Karar yüzlerine okunurken birbirlerine sorular yöneltip henüz neticeyi anlamaya gayret ediyorlardı. Savunma yapma hakları yoktu dolayısıyla onları savunacak Avukatları da yoktu. Türkçe bilmiyor olmaları da sorun teşkil etmiyordu. Devlet kendince formüller bulmuş, özel kanunla tutsaklara her yönelimi mübah buluyordu.
Bu şekilde tercüman ihtiyacı hissetmeyen devlet için Dersimliler ancak "vahşi yaratıklar" diye kabul görüyordu; haliyle kendi aralarında konuşacakları bir dilleri de olamazdı. Öyle de oldu. İdam kararı verilen Seyit Rıza ile birlikte Uşenê Seydi, Fındık Ağa, Hesene İvrayim, Aliye Mirzali, Hesen Ağa ve Resık Usen'in diğer tutsaklardan ayrılmaları sağlandı. Dersim büyüğü şahsiyetler dışında kalanlar ise ömür boyu hapis cezalarına çarptırılarak gün ışığı görmeden can verecekleri cezaevlerine nakledildiler.
Yaşlı bilgeye son arzusu sorulduğunda, cevabı “Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz" olmuştu. Kendisine "oğlunuz da idam edilecek" dediklerinde, acıyla, "O zaman beni oğlumdan önce asın" isteğinde bulunmuştu. Tam bu sırada oğlu Resik Usen, boynuna geçirilmiş iple son nefesini veriyordu. Seyit Rıza'nın son isteği yerine getirilmemişti.
Seyit Rıza idam edilmek için meydana çıkarıldığında hava soğuktu ve etrafta idamları gerçekleştirecek ekip dışında kimseler yoktu. Ayaklarını emin adımlarla sehpaya koyduktan sonra büyük kalabalığa seslenir gibi haykırdı: “Evladı Kerbelayime, bê gunayime, Ayıvo zulimo, Cinayeto!" (Evladı Kerbelayıh. Bi hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir)
Kullanılmak istendikçe açılan "Dersim dosyası"
Dersim'de aralarında Seyit Rıza'nın da bulunduğu yedi kişinin idam edildiğini biliyoruz ancak geride ömür boyu hapis cezalarına çarptırıldıktan sonra cezaevlerinden cesetleri çıkan Dersim büyüklerine ilişkin kesin bir bilgiye ulaşılamıyor. Onlarca Dersimlinin insanlık dışı koşullarda aç ve sussuz bırakıldıktan sonra hayatlarını kaybettikleri ve cesetlerinin ailelerine teslim edilmek yerine kimsesizler mezarlığına gömüldükleri biliniyor.
Dersimliler, Seyit Rıza ve Uşenê Seydi, Fındık Ağa, Hesene İvrayim, Aliye Mirzali, Hesen Ağa ve Resık Usen’in nereye gömüldüklerini hâlâ bilmiyor. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) devleti formalitenin ötesine geçmeyen özrünün ardından Dersim dosyasını da rafa kaldırmışa benziyor. Aslında ihtiyaç duyduğunda raftan indirip siyasi rakibi diğer partilere karşı kullanmayı da ihmal etmiyor, etmeyecek.
Düne kadar bu istismarın konusu siyasi rakibi ulus devletçi zihniyetin temsilcisi olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) idi. Dersim Soykırımı söz konusu olduğunda CHP'nin sorumlu olması kuşkusuz devleti ve cumhuriyeti aklamanın gerekçesi yapılamaz, yapılmamalı. Cumhuriyet devletinin adı bugün AKP'dir ve mevcut iktidar geregini yapmadıkça 1937-38 sürecinde olduğu kadar sorumludur.
MHP'nin nefret dili AKP sayesinde gelişiyor
Dersim üzerinde devletin temel ideolojisinin şekillendirdiği bu iki partinin atışmalarına ırkçı Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) de dahil olmuş durumda. MHP, bu tarihsel acı ile yüzleşmekten, toplumsal barışı sağlamaktan tamamen uzak bir parti olarak kin ve öfke kusuyor. AKP kurmayları Dersim meselesini her gündeme getirdiklerinde devletin ulasalcı damarı depreşiyor ve ruhlarını ırkçılıkla doldurmuş kendini bilmezler ortaya çıkıp 77 yıl önce yaşanan vahşete alkış tutmaktan çekinmiyor.
Dersimlilerin yarasını kanatmaktan, nefreti büyütmekten çekinmeyen bu zihniyetlerin hakim olduğu bir devlet gerçeğiyle karşı karşıyayız.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin, Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun "Dersim Kerbelaydı" açıklamasına yanıt olarak katledilen on binlerce Dersimli için, "zalim, cani, alçaklar" nitelemesine başvurması, insanlıktan ne kadar uzaklaşılabileceğinin seviyesini, sınırını izah etmiş oluyor.
Kaldı ki, Davutoğlu'nun yaptığı da bir samimiyetsizlik örneği. Dersim'le ilgili "özrün" gereği olarak yapıcı rol üstlenmek yerine resmi hiçbir geçerliliği olmayan bu söylemi bir istismar aracı olarak kullanıyor. Aksi olsaydı, Bahçeli bugün bile ecdadımıza, kimlik ve inancımıza sövgü yağdıramaz; kin kusan, nefret saçan bu zat bugün yargılanırdı. Dahası, Dersimliler olarak 77 yıl önce katledilen büyüklerimizin mezarını ziyaret etme şansımız, hakkımız doğardı.
"Özür" resmi bir sonuça dönüşürse anlama kavuşur
Dersim büyüklerine yönelik ağızlarında salyalar akıtarak saldıran, bunu geleneğe dönüştüren zihniyetin ödüllendirildiği Türkiye gerçeğinde yaşamak zorunda değiliz. Bu seyri değiştirecek olan da, özür dilediğini söyleyen AKP iktidarıdır; istismarcı politikadan vazgeçmesiyle mümkündür.
Gerçekçi bir yaklaşımla bu özrün, resmi bir sonuç üzerinden vuku bulmasını sağlamak zorunda. AKP Dersim adının iadesi, Seyit Rıza ve arkadaşlarının mezar yerlerinin açıklanması ile yola koyulabilir. Dersim ile ilgili ırkçı, faşizan söylemlerin suç bile sayılmadığı gerçeğinin önüne geçmelidir.
İnsanlık tarihine yabancı kalmış ve insanlıktan nasibini alamamış ırkçı kafaların kadın, çocuk, genç ve yaşlı; katledilen 70 bin insanımıza saldırmalarına izin vermeyeceğiz. Dersim Soykırımıyla yüzleşmeyi aklına getirmek yerine ırkçı bir dillle Dersim'de insanlık tarihinin en acımasız bu vahşetini aklamayı kendilerine görev sayanları lanetlemeli.
Devlet Bahçeli'ye Dersimlilerin sokağa çıkarak söyleyeceği sözü olmalı, diye yazmıştım geçenlerde. Yaramızı kanatmaya dönük bu ırkçı saldırı sahibi kişiliklere Dersimlilerin tepkisi çok daha kararlı bir tepki olmalı. Bu ırkçı, faşist zihniyetin dünyada hiç de anlamı olmadan yer kapladığının hatırlatılması gerekiyor. Dersimliler nerede yaşıyorsa oradan ses vermeli.
77 yıl önce yaşandı ve bitmedi... Dersim büyüklerinin, Dersim'in büyük değerlerinin boyunlarına geçirilen ip, halihazırda boğazımızı sıkmaya devam ediyor! (FT/NV)